Instagram İçin Yaşamak

Instagram yüzünden yemek yiyemez bir hal almadık mı? Güzel bir restorana gidiyorsun yemek geliyor tam yiyeceksin dur! Fotoğraf çekilelim, peki çekildik, olmadı bir daha bir daha bir daha…

Bazen instagram olmadan önce insanlar neler yapıyordu diye düşünmeden edemiyorum.

Ani Harabelerine gitmek isteyen bir arkadaşımın, instagrama fotoğraf atmadıktan sonra, gitmenin ne gereği var tarzındaki yaklaşımını anlamakta güçlük çektiğimi söyleyebilirim…

Instagram yüzünden yemek yiyemez bir hal almadık mı?

Güzel bir restorana gidiyorsun yemek geliyor tam yiyeceksin dur!

Fotoğraf çekilelim, peki çekildik, olmadı bir daha bir daha bir daha…

Yemek yemenin, gezmenin, sohbet etmenin, instagram sayesinde bir anlamı kalmadı, tamamen gösteriş için, fotoğraf atmak için yapılan etkinlikler haline geldi neredeyse. 

Bir yere gezmeye gidiyorsunuz, yanınızdaki arkadaşınız tadını çıkartmak yerine, attığı her adımı kaydediyor ve sürekli sizden pozlar vermenizi istiyor. Sırf takipçilerine hava atmak için normalde hiç yapmadığı şeyleri yapıyor, birkaç like uğruna… 

Eminim herkesin böyle bir arkadaşı olmuştur. Hatta en yakınındadır, belki kardeşidir, belki de eşidir! 

Neden her şeyi yapılması gereken bir görev gibi maddeleştirdik? Anı yaşamayı bıraktık, fotoğraf çekmek için yaşar hale geldik-getirildik. 

Anın keyfini çıkarmak yerine, yapmacık tavırlar sergilememizin nedeni, sosyal medyada kuracağımız etkileşim mi? Ne kadar da güzel yerlere gidiyorlar ve eğleniyorlar yorumu yapanlar o hallerinizi görebilseydi keşke… 

Instagram için yaşamak diye bir terim olmalı! Olmadıysa da mutlaka olmalı… 

Bir şeyleri takipçilerine kanıtlama çabaları, bunları yapabilmek için kendilerini ve çevresindeki insanları ve en önemlisi de ailelerini komik duruma düşürmeleri, bunun karşılığında like beklemeleri ve umduklarını bulmaları… 

Evde, sokakta, otobüste, minibüste, hastanede, postanede ve okulda kullanmasak bile elimizde duran telefonlara anlam veremiyorum, cep telefonu ama cepte değil. Çevrenizi dikkatlice gözlemlediğinizde ne demek istediğimi yaşayarak daha da iyi anlayacaksınız.

Psikolojik ve sosyolojik anlamda yeni bir araştırma alanı çıktı bu sayede…

Instagramda paylaşmak için lüks ve pahalı mekanlar da resim çekilmek oldukça moda. Ya da pahalı bir araba önünde… Yeter ki başkası görsün kıskansın!

Arkadaşınızın instagrama atacak fotoğrafı kalmadığından, bir yerlere gezmeye gitmeyi teklif etmesi sizce nasıl bir duygu?

Deniz, kum, güneş ve dalga sesi insanın ruhunu şenlendiriyordu, siparişi gelen şezlongdaki kız elindeki hamburgerle çeşitli pozlar verdi, denizi arka planda bırakacak şekilde dudaklarını büzdü ve hamburgeri yemeden denize girdi. Hamburger görevi başarıyla tamamlamıştı yemesine gerek yoktu… 

Starbucks’da çekilen fotoğraflar instagram için olmazsa olmazlardan. Kahvemiz geldiğinde fotoğrafını çekmek yerine, içip tadını almayı, sohbet etmeyi, komik bir olay gördüğümüzde de telefonla çekmek yerine, gülmeyi tercih etsek nasıl olurdu… 

Kendimizi olduğumuzdan daha iyi gösterme çabasını anlamıyorum. Sırf fotoğraf koymak için gezmek yerine, anı yaşayıp gerçekten mutlu olduğun anları paylaşmak daha iyi değil mi! 

Amacımız mutlu olmak değil, mutlu görünmek… 

Dijital çağda insanlar giderek yalnızlaşıyor. İnsanlar yalnızlıktan korkmaya başladı, otel gibi kullandığımız, hücre evi haline getirdiğimiz, iletişimin sıfır olduğu evlerimizden kaçıp kendimizi kalabalık mekanlara, avmlere atıyoruz. Yalnız geçirdiğimiz zamanları işlenmiş bir günah gibi saklıyor bunları paylaşmıyoruz. 

Marka hayatlar oluştu, herkes kendini bu hayatlara göre tasarladı ve instagramda yayınladı.

O hayatlara özenen, onlar gibi olmaya çabalayan ama onlar gibi olamadığı için bir türlü mutlu olamayan, elindekilerle mutlu olmak yerine, elinde olmayan, belki de hiçbir zaman sahip olamayacağı o hayatlar için üzülmeye, hayatı kendine zindan etmeye başlayan, kendini ve çevresini mutsuz eden insanlar var. 

Gezip gördüğümüz yerleri telefonlarımızdan izler hale geldik. Yaşadığımız olayları telefonumuza kaydetmediysek yaşanmamış gibi sayabilecek kıvamdayız… 

Arkadaşlarımızı seçerken bile sosyal medya profillerine göre tercih ediyoruz. Profili yeteri kadar etkileyici değilse, paylaşımları gereken etkileşimi almıyorsa, yeni trendlere göre paylaşımlar yapmıyorsa ondan uzak duruyoruz. Takipçi sayısı yeterince yüksekse, en samimi arkadaşımız olmasının bir mahsuru yok… 

Son zamanlarda dağda, bayırda, şelalede, kalede fotoğraf çektirmek isterken düşüp ölen insanlarımızın sayısı oldukça arttı. Ne kadar üzücü değil mi? Anı yakalayayım derken, bütün ömrünü kaybetti. 

Kağan KAYA

23.04.2020 tarihinde gazeteciler.com da yayınlanmıştır.
Exit mobile version